Bir cenaze evinde bir dernek başkanımızla karşılaştık. Beni gördü hemen yanıma geldi. Ooo nerelerdesiniz, görüşemiyoruz, uğramada uğramıyorsunuz dediler. Bende yüksek lisans eğitimim vardı. Hiçbir yere çıkamadım o yüzden dedim. Zaten siz bir cevhersiniz dedi. Her şehrin sizin gibi birine ihtiyacı var dedi. Bende teşekkür ederim, sizde dernek başkanı olmuşsunuz bende sizi tebrik ederim dedim. Derneğimiz başsız kalmadı. Cesur insanınız sizle bir gazete haberi ve bir tv programı yapalım dedim. Çünkü bu dernek çok önemli kimler giderse gitsin, kimler gelirse gelsin benim için bu dernek çok önemli dedim. Bu derneği tanıtıcı haberler ve programlar yapalım dedim.
Güzel olur dedi. Sizler bu şehre büyük hizmetler yapıyorsunuz. Her belediye başkanı sizden faydalanmalı diye tekrar övgü dolu sözler söyleyince bende ne güzel dedim. Yıllardır yol arkadaşısınız. Bunu neden kendilerine söylemiyormusunuz? Yıllardır neden benimle uğraşıyormuş sormuyorsunuz? Kayhan Şafak boşuna bu işlerle uğraşmıyor, onun bir amacı var diye söylüyormuş. Bunu ona neden sormuyorsunuz? Amacım neymiş bende öğrenmiş olurum bu şekilde dedim. Ayrıca yıllardır Kayhan Şafak’a neden salonları vermiyorsunuz? Neden çocuk kültür sanat ve kültür yemek festivalleri yapmasını engelliyorsunuz diye sormuyorsunuz dedim.
Görüşmüyormuş ki?
Onunla görüşmüyorum dedi. Neden dedim? Benim dernek başkanı olmama kızmış dedi. O öyle deyince hani halk tabiriyle sap döner keser döner bir günde size döner diye bir söz vardır ya o aklıma geldi birden. Daha başka şeyler söylemeye devam edince de, hah şimdi Kayhan Şafak neler çekiyormuş yavaş yavaş da olsa anladılar dedim kendi kendime. Yine halk tabiriyle hanyanın da konyanın bir olmadığını anca anladılar dedim kendi kendime. Serde içimizde kötülük olmayınca, anamızdan doğduğumuz gibi saf ve temiz kalınca, bir de içimiz dışımızda bir olunca inanmıştım ona. Ve o düşüncelerle ayrılmıştım oradan.
Sonra bir yerlerden bir şeyler duydum ve kendilerini aradım. Sizinle bir program yapacağım ama bir şeyler duydum dedim. Yani doğruysa gazete haberi ve tv programını yapmayacaktım. Çünkü sevmeyenleri olabilir ve böyle onu kötülemek için söylemiş olabilirlerdi. Bir müdürlük mevzusundan bahsettiler dedim. Öyle bir şey varmı? dedim. Olurmu öyle şey dedi. Ben istesem, belediyede müdürde olurdum. Başkan yardımcısı da olurdum. Belediye meclis üyesi de olurdum dedi. Öyle bir şey yok dedi.
Öyle konuşunca kendi kendime, üniversite yüksek lisans yada doktara yapmış gibi konuşuyor, acaba evinde duvardan duvara kitaplarla dolu kütüphanelerimi var yada boyu posu kadar kitaplarmı okumuş olabilir diye düşündüm? Çünkü bu nasıl özgüven dedim kendi kendime. Sanki evinde boy aynası varda her gün evden çıkmadan şöyle yukarıdan aşağıya boyuna posuna şöyle bir güzel bakıyor diye düşündüm. Yada işyerinde terazisi varda üzerine çıkıp şöyle bir güzel her gün kaç kilo geldiğini tartıyor diye düşündüm. Ne güzel meydanı boş bulunca herkes aslanda kesilirmiş, pehlivanda kesilirmiş?
Hanyayla Konya bir değilmiş demek işte böyle bir şey mi?
Neyse devam edelim. Daha sonra özel bir konu için bir gazeteci arkadaşımıza uğradım. Orada Sn. Belediye başkanımızın yol arkadaşı biride vardı. Ondan öğrendim. Öyle değilmiş. Müdürlük mevzu varmış. Ama müdürlük onun değil oğlunun mevzusuymuş. Bana bundan bahsetmemişti. Oysa söylese daha güzel olurdu. Çünkü ona sormuştum. Başkasından duymama yada öğrenmeme gerek yoktu. Öylede değilmi?
Ne güzel dedim kendi kendime. Hanyanın da konyanında bir olmadığını o değil de ben anlamıştım böylece. Çünkü dediğim gibi ananımızın karnından saf ve temiz doğduğumuz için, içimizde dışımızda bir olduğu için ve içimizde hiçbir kötülük olmadığı için inanmıştım. Kendileri millete hizmet için her türlü makamı reddetmiş. Ne güzel. Peki oğlu. Yok onu belediyeye sokmuş. O da orada millete daha iyi hizmet edecekmiş. Ne güzel. Peki sonra kendisi ne yapmış? Millete daha iyi hizmet etmek için her türlü makamı reddedip bir derneğin başına geçmiş. Ondan sonra bir daha da beni aramadı. Ne güzel değilmi?
Kazın ayağı neden öyle değilmiş?
Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Peki Kazın ayağı nasılmış? Oğlunu müdür yapmadıkları için kızıp başka bir derneğin başına geçmiş. Yani kazın ayağıda aslında işte böyleymiş. Ne güzel. Demekki Hendeği sevmek böyle oluyormuş! Öyle benim gibi dağ bayır, düz ova gezmekle olmuyormuş. 60 yaşından sonra ikinci üniversiteyi bitirip, şehrine bilim, kültür ve sanat evi kurmak için çalışmaya başlamakla olmuyormuş. Neyle oluyormuş? Onun yaptığı gibi yapmakla oluyormuş.
Ne güzel. Sonrada bu işler Kayhan Şafak’a mı kaldı dediklerinde bende neden benim için sen bir cehversin diyorlar ama neden bir şey olmuyor diye düşünüyordum. Böylece de ögrenmiş oldum. Çünkü bunu sadece bana söylüyorlarmış. O yüzden onlarda seslerini çıkarmıyormuş. Ama beni görünce sen bir cevhersin diyorlarmış bana. Ne güzel. Yani hanyayla konyanın bir olmadığını da böylece ben öğrenmiş oldum. Ne güzel, işte Hendeği sevmek bu olmalı demek ki dedim kendi kendime!
Devam edelim. Bunları öğrendikten sonrada Sn. Belediye başkanımızın yol arkadaşı konuşmaya devam ediyordu. “Abi sen güzel şeyler yapıyorsun ama niye sağa sola gidiyorsun. Bana gel emrindeyim. Senden paramı istiyorum. Sen şehrimiz için, çocuklarımız için uğraşıyorsun" demişti. Bende teşekkür ettim. Ama akıllanmadım demek ki duramadım yine. Hani Allahın hakkı 3 tür derler ya. Ona sizde yıllardır yanındasınız. Kayhan Şafak’a neden salonları vermiyorsun? Neden çocuk kültür sanat ve kültür yemek festivalleri yapmasını engelliyorsunuz? demiyorsunuz dedim. O da artık onunla görüşmüyorum dedi.
O da görüşmüyormuş ki?
Neden dedim? Çünkü bilmiyordum. Sn. Belediye Başkanıyla görüşmüyormuş. Niye görüşmüyormuş? Belediyeye danışman yapılacak diye basında haber olmuş. Halbuki doğru değilmiş. Böyle bir haber yapıldı diye ondan dolayı görüşmüyormuş. İyi de yine bana övgüler söylüyorlar ama hiçbir yerde yada basında durun bakalım, Kayhan şafak bu şehir için çocuklar için uğraşıyor. Ona salonlar vermemek ne demek? Çocuk kültür sanat festivali yaptırtmamak ne demek? demiyorlar. Ama övgüler gırla. Çünkü bunu sadece bana söylüyorlarmış. O yüzden onlarda seslerini çıkarmıyormuş. Ne güzel. Yani hanyayla konyanın bir olmadığını da yine böylece ben öğrenmiş oldum.
Ne güzel. Herkes kendi için, oğlu için müdürlükler gibi ne güzel mücadeleler veriyor. Başkalarının çocukları ne olacak, milletin çocuklarını kim düşünecek? 60 yaşındaki Kayhan Şafak. Peki onamı kaldı diyenlereyse hiç ses çıkarılmayacak. Öylemi? İşte Hendeği sevmek bu olmalı demek ki dedim yine kendi kendime.
Böyle hizmet nerede görülmemiş ki?
Başka bir iş insanı arkadaşımız ben sürekli geziyorum. Halkla beraberim. Mahallelere gidiyorum. Birlikte okey oynuyoruz. Orada onlarla konuşurken bügüne kadar böyle hizmet görmedik diyorlar dedi. Bende ne güzel dedim. Ama sen zengin birisin. Gittiğin yerlerde, konuştuğun insanlarda senin gibidirler dedim. Yani senin işlerin yada okey oynadıklarının işleri de güçleri de tıkırında olabilir. Ama kanalizasyonu olmayan, yolu asfalt olmayan , kaldırımları olmayan, mahalle konakları yada muhtarlık binaları olmayan yerlere de gitseydin keşke dedim. Oradakilere bir sorsaydın. Bugüne kadar böyle hizmet almadık. Çok memnunuz derler mi dedim? Ne dediler? Sustular tabi ki. Başkada ne diyeceklerdi ki? Ne güzel, işte Hendeği sevmek bu olmalı demek ki dedim yine kendi kendime.
Memnunun demekle ne oluyor ki?
Bir mahallenin muhtarı bir tv programına çıkacakmış. Bağlanıp bir şeyler söylermisin dedi. Olur dedim. Programı izlerken, çok memnunum dedi. Ne güzel, yolun açık olsun dedim. Burada bir araya girmek istiyorum. Programı yapan gazeteci arkadaşımızı daha önceden aramıştım. Sizler muhtarları çıkartıyorsunuz. Tebrik ederim dedim. Benim için muhtarlar çok önemli dedim. Çünkü bir şehir gelişecekse işe mahallelerden başlamak lazım dedim. Çünkü bir kilo kıyma almaya yada söküğümüzü diktirmeye şehir merkezine geliyoruz. Sonrada trafik sıkışık, araç park yeri yok diyoruz dedim.
Kafamızı kuma gömmekle oluyormu ki?
O sebeple ben basını destelemek adına size rakip olacak bir program yapmayacağım dedim. Birkaç muhtarıma sözüm var. Onlardan sonra muhtarlarla seçim bitene kadar program yapmayacağım dedim. Teşekkür ettiler. Fakat programda yok pandemi yok çeşitli sıkıntılar diye aralara girip, programı yönlendirmeye çalışmak da çok doğru bir şey değil ki. Bu ancak kafamızı kuma sokmak gibi bir şey olur. Öylede değilmi? Eğer pandemiyi konuşacaksak, ben pandemi döneminde bir tarım kongresi düzenledim.
Basın olmayacak şartıyla salonu vermişlerdi. Sonrada o müdür olacak diye mücadeleler verilen beyefendi yanıma gelip fotoğraf çekmemi engellemişti. Talimat var fotoğraf çekmek yasak demişlerdi. Bende önemsemedim. Nede olsa memur dedim. İşte o yüzden kendi internet gazetemi kurmuştum. Çünkü bir fotoğraf çektirtmemek yani benim sesimi kısmak, aslında şehrimizin sesini kısmaktır. Öylede değilmi? O yüzden Şehrin Sesi benim sloganım oldu. Peki o tarım kongresinden sonra ne oldu? Bir muhtarım kendi imkanlarıyla ekti ve biçti. Sonrada belediye önünde halka ücretsiz dağıtımı yapıldı. Kötümü olmuştu? Bende muhtarıma ödül vermiştim. Yani bir fikirden bakın neler doğmuştu, neler yapılmıştı. Fenamı olmuştu?
Yapılmayanlar nasıl bilinecek ki?
Bunun yanında naçizane bir şeyler daha söylemek istiyorum. Şöyleki; sadece görevdeki muhtarlar değil, muhtar adayları da programa çıkarılmalı. Çünkü görevdeki muhtarlar son biri iki ay biraz daha fazla hizmet alabilirim diye, çok memnunum diyebilirler. Ama muhtar adayları çok memnunum diyemezler. Mahallelerdeki eksiklikleri yada yapılmayanları ben göreve geldiğimde bir bir yapacağım diye söylerler. Böylece de halk da belediye de eksiklikleri öğrenmiş olur. Sonuçta da o eksikliklerde belki giderilmiş olur. Öylede değilmi?
Çünkü naçizane ben öyle yapıyorum. Çünkü benim kanalımın sloganı Şehrin Sesi, yani halkımın sesi dir. Ayrıca 3 yıl öncesini hala savunmak ne derece doğru ki? Sonra belki bir gün benim gibi sizlere de “size mi kaldı bu işler?” diye söyleyebilirler. Sonra sizde üzülmek zorunda kalmazsınız o zaman. Bir japon genel müdürü , sabah toplantısında personeline “ Bana yaptığınız işleri değil, yapamadıklarınızı anlatın" demiştir. İşte japonya’nın hali de ortada. Öyle de değilmi? Çünkü böyle devam ederse, yine kıyma almaya yada söküğümüzü diktirmeye şehir merkezine geliriz. Sonrada trafik şıkışıklığı var, araç park yerleri yok diye şikayet ederiz. Mahallelerimiz öylece kalır, hiçbir şey de değişmez. Herkes gibi bizlerde böyle gelmiş böyle gider demeye devam ederiz bu şekilde. Öylede değilmi?
Yapanlar nasıl yapmıştı ki?
Bunu neden söylüyorum. Çünkü bu şehirde rahmetli Sn.Kamil Kamışoğlu da belediye başkanlığı yapmıştı. O yapmıyorlar, vermiyorlar birde beni engelliyorlar dememişti. Ne yapmıştı. Bir asfalt şantiyesi kurmuştu. Bir parke kilit ve büz fabrikası kurmuştu. Halkı için ucuz ekmek fırını yani halk ekmek fabrikası kurmuştu. Öğrenci çocuklar için otobüsleri ücretsiz yapmıştı. Onun zamanıyla bugünün zamanında ki bütçeleri mukayese bile edebilirmiyiz? Kaldı ki o zamanda her türlü yoklukta bunları yapmışlardı. Ruhu şad, mekanı cennet olsun diyorum. Ben Hendeği sevmek işte bu diyorum. Bende naçizane olarak sizlere soruyorum? Sizce de Hendeği sevmek ne demek?
Saygılarımla
Arş.Yaz.Mak.Yük.Müh.Kayhan Şafak