Tarih: 15.11.2022 07:10

“Bende Kanatsız , Gölgesiz Yani Annesiz Küçük Bir Kuştum” Yazar Melahat Yılmaz

Facebook Twitter Linked-in

“Bende Kanatsız , Gölgesiz Yani Annesiz Küçük Bir Kuştum” Yazar Melahat Yılmaz

 

Merhabalar

Bu hikaye beni çok etkilemişti. Bu hikaye bitmedikçe rahat edemeyecektim. Uyuyamıyordum. Vicdanım rahatsızdı. Üzülmek de vicdanımı rahatlatmıyordu. Çünkü bugüne kadar görmediğimiz yada duymadığımız nice böyle hikayeler olmuştu. Yazmalıydım ama nasıl? Bir kaç gündür bunu düşünüyordum. Yaşanmış bu hikaye gözümüzden iki damla yaş dökülerek mi yazılmalıydı? Hayır öyle olmamalı diye düşündüm. Çünkü bu hikaye belki onun acılarını bir nebze dindirebilecekti. Bilemiyorum? Ama ya bundan sonrakiler ne olacaktı? Bu beni daha çok üzüyordu, rahatsız ediyordu ve uyutmuyordu. Sonunda yazmaya karar verdim. Bu hikayeyi sizlere tüm dehşetiyle anlatmak yerine , sosyolojik , pisikolojik ve inanç bağlamında yazarak anlatmak istedim. Ne kadar başarılı olacağımdan emin değilim. Ama umarım sizlerde de bir karşılık bulur. Ve sizlerde de hala böyle eziyet gören öksüz çocuklarımıza, annesiz gölgesiz kuşlarımıza , daha fazla neler yapabiliriz duygusunu yani vicdan ve merhamet duygusunu uyandırmış olur?

Bir annenin bir çocuğun hayatındaki etkisi nedir sizce? Bir çocuğun mutluluğunu, hüznünü, başarısını, kaybedişlerini, derdini, neşesini hiç korkmadan paylaşabileceği annesinden başka kim var ki bu dünyada? Bizler annelerimiz ile öğrenmeye başlamadık mı hayatı? Onlardan öğrenmedik mi iyiyi, doğruyu, kaybetmeyi, kazanmayı, başarıyı, mutlu olmayı? Ayrıca çocuğun zeka ve kişilik gelişiminde, özellikle annenin büyük rolü olduğu da bilinen bir gerçeklik de değilmidir? Bunun yanında bizim için bir saniye bile düşünmeden canlarını feda edebilecek bir kişi varsa onlar da annelerimiz değilmi? O yüzden Annelik kutsaldır. Çünkü başka hiçbir insan, kendi hayatını hiçe sayarak başkasının hayatını önde tutamaz ve başka hiçbir insan, bir diğerini kendinden daha çok sevemez. Sizce de öyle değilmi?

Melahat Yılmaz 6.çocuklu bir ailenin 4.çocuğu olarak İzmit / Çınarlı'da doğdu. Yoksul bir aile olmalarına rağmen mutluydular. Melahat Yılmaz’da mutlu ve belki geleceğe yönelik hayalleri olan küçük bir kız çocuğuydu. Oysa o yaşlarda gerçek mutluluğun yıllar sonra karşısına çıkacağını nereden bilebilirdi? Çünkü John Lennon'un “ Siz hayat için bazı planlar yaparken , hayat da sizin için kendi planlarını yaparmış” sözünü hatırlatırcasına 7 yaşındayken annesini kaybetmişti. Aslında hayat onun için yeni başlıyordu. Belkide bütün bunlar onun hayattaki bir rolümüydü? Başka çocuklar da eziyet görmesin yada onlara vicdan sahibi merhametli başka eller uzanabilsin diye ileride bunu bir kitap olarak yayınlayacağı, aslında ona biçilen bu hayattaki gerçek rolümüydü? Bu tabiki Allahın bileceği bir şeydir. Ama  Melahat Yılmaz , o zamanlar ona biçilen rolün bu olduğunu belkide bilmeden, bulabildiği kağıt parçalarına gizli saklı köşelerde notlar alıyor ve ileride bir kitap yazabilmeyi de hayal ediyordu.

Yada belkide kendi içine konuşuyordu. Çaresizdi. Allahtan (c.c.) başka da kimsesi yok gibiydi. O da içindekileri bir umut ışığı gibi kağıtlara döküyordu sanki. Babası tekrar evlenmişti. Başlangıçta oda sevinmişti. Üveyde olsa bir annesi olacaktı. Ama olmadı. Oysa “İnsan merhamettir. Merhametin olmadığı yerde unutmayın ki insan yoktur” sözü ile Kur’an da Nisa süresi 9.ayet;  “Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde onların hali nice olur diye endişe edenler, aynı endişeyi diğer insanlarda içinde taşıyıp yetimlerin hakkına dokunmaktan korksunlar. ürpersinler de Allaha(c.c.) karşı gelmekten sakınsınlar ve miras taksiminde gerekse yetimlere yoksula muamelede sözün doğrusunu ve güzelini söylesinler” olarak ne güzel anlatılmaktadır.

Ama olmamıştı. O küçük yaşta kardeşleri ve onun için sanki bir cehennem hayatı başlamıştı. Üvey anne tarafından kardeşleri ile birlikte aç bırakılıyor ve sürekli şiddet görüyorlardı.Evin bütün işlerini de tek başına yapıyor ve kardeşlerine de o bakıyordu. Hiç oyuncak bebeği olmamıştı. Ama üvey annesinin çocukları sanki onun için belkide dünyanın en güzel oyuncakları olmuştu. Onlara bütün sevgisini veriyordu. Bir yandan da onları gezdirme bahanesiyle oda dışarı çıkabiliyordu. Çünkü üvey annesi onun dışarı çıkmasını yasaklamıştı ve evdeki bütün işleri ona yaptırıyordu. Bazen hayat ona o kadar dayanılmaz geliyordu ki , 3 kez evi terk etmiş, ama kardeşlerini düşünüp tekrar geri dönmüştü. Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.) “Gerek kendisine gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben cennette işte böyle yan yanayız” diye ne güzel söylemiştir. “Yetim ağladığında , arş titrer” Hadisi şerif ile “Müslümanlar içinde en hayırlı ev içinde yetime iyi davranılan evdir. En kötü ev yetime kötü davranılan evdir” (Ahmet V,250) olarak da bizlere öksüzlerin, yetimlerin , kendi çocuklarımız gibi bakılması , gözetilmesi ve korunmasının Allahın (c.c.) buyruğu olduğunu ne güzel anlatıyor değilmi? Ama “Merhamet elini tutmamışsa vicdan; zalim de bir, mazlum da bir. Bildiği ile amel etmemişse dimağ; alim de bir, cahil de bir” sözü de burada ne kadar anlamlı duruyor değilmi? Ayrıca - Hadis-i Şerif’de “Allah'ın(c.c.) bahşettiği en güzel aksesuarda vicdandır? Takın onu yüreğinize” demesine rağmen nasıl oluyor da böyle olabiliyordu? Oluyordu ama belkide onun buradaki rölü de buydu. Ve daha ne kadar bunun böyle devam edeceğini de ancak Allah(c.c.) biliyordu.  

Bu kadar eziyete rağmen, neredeyse nefes aldığı, hayata dokunabildiği tek yer ve tek arkadaşı , sırdaşı, belkide olmayan annesi komşu kadındı ve ona komşu anne diyordu. Komşu anne bu öksüz kız çocuğunu aslında bir şekilde hayata hazırlıyordu. Belki de onunda rolü buydu. Bir gün komşu anne falda “Kızım seni istemeye gelecekler” dedi. O daha 14 yaşındaydı. Ama bir annesi yoktu. Bir genç kızlığın bile ne olduğunu yaşayamamıştı ki , beğenmek yada beğenilmek nasıl bir şeydi bilemiyordu? “Aman komşu anne benimle alay etme. Beni kim beğenir” demişti. Aslında evlenmeyi de çok istiyordu. Çünkü bunu bir kaçış yada bir kurtuluş yolu gibi görüyordu. Ama kardeşlerini düşününce hayal kurmaktan da vazgeçiyordu. Komşu anne haklı çıkmıştı. İstemeye geleceklerdi. Ama üvey annesi istemiyordu. Fakat sonunda bir şekilde evlenmişti. Hz.Mevlana’nın “‘Ümitsizliğin ardında nice ümitler var. Karanlığın ardında nice güneşler var” sözünde olduğu gibi, hayat da artık ona gülen yüzünü göstermişti. Mutlu bir evliliği ve çocukları oldu. Ama içinde yaşadığı travmalar, üzüntüler bir türlü onu rahat bırakmıyordu. Sonunda yaşadıklarını bir kitap haline getirmeye karar verdi. Ve “Gölgesiz Kuşlar” kitabını yazdı.

Peki ya diğer başka annesiz çocuklar , kanatlarıyla onları koruyamayan gölgesiz kuşlar gibi ortada kalan yetim çocuklar , onları kim sevecek , kim koruyacak ve bir anne şefkatini onlara kim verecek? Vicdan sahibi ve merhameti olanlar yani insan olanlar değilmi? Yada Allahtan (c.c.) korkanlar değilmi? O zaman bu annesiz , kanatsız , gölgesiz bu çocuklara neden kötü davranıyorlar? Eziyet ediyorlar? Kuldan korkmuyorlar da Allahtandamı (c.c.) korkmuyorlar?

Kur’an da , Câsiye / 15. Ayet; “Kim güzel ve makbul bir iş yaparsa, faydası kendinedir. Kim de kötülük yaparsa, zararı kendinedir. Sonunda hepiniz Rabbinizin huzuruna döndürüleceksiniz” ile Yunus 27.Ayet “Kötülük işleyenlere gelince, ancak işledikleri kötülüğün cezası neyse onu görürler. Onların yüzlerini bir utanç ve aşağılık duygusu kaplar. Allah’ın azabına karşı onları koruyacak hiç kimse yoktur. Yüzleri sanki kapkaranlık gece parçaları içine gömülmüş gitmiştir. Bunlar da cehennemin yoldaşıdırlar ve orada ebedî kalacaklardır.” Ve Zilzal / 8.Ayet ; “Kim zerre kadar bir kötülük yapmışsa, onu görür” ayetlerinde kötülük yapmanın Allah katında bedelleri anlatılmaktadır.

Benim bu hikayeyi yazmamda ki naçizane amacım ise ; yetim çocuklara , gölgesiz annesiz çocuklara birilerinin uyguladığı şiddet ve eziyeti sadece sizlere anlatabilmek yada gösterebilmek değildi. Asıl amacım bundan sonrakilere , yaptıklarının hem insan olarak hem de inanç olarak ne büyük bir günah olduğunu ve Allah katında da bir karşılığı olacağını anlatabilmek yada gösterebilmekti. Yani kısacası vicdanlara seslenebilmek ve herkese daha fazla merhamet edin diyebilmekti.

Son sözüm olarak, annelerimizin değerini, onlar hayattayken bilelim ve onlara sevdiğimizi söylemekten hiç vaz geçmeyelim.

Tüm vicdan sahibi ve merhametli annelerimizin ellerinden öpüyor , ahirete ermiş annelerimize de Allahtan rahmet diliyor ve ruhlarınız şad, yattığınız yer ise cennet mekan olsun diyorum.

 

Saygılarımla

Arş.Yaz.Mak.Müh.Kayhan Şafak

 

 

Gölgesiz Kuşlar kitabının yazarı Melahat Yılmaz ile yaptığımız 14.11.2022 tarihli röportaj ve programı Facebook Edebiyat Sanat Tv ve instagram edebiyatsanattv'de izleyebilirsiniz...

 

 

 

 

 

 

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —